....ben buraya çıplak geldim...
2 Aralık 2012 Pazar
25 Kasım 2012 Pazar
Size dün tanıştığım bir dededen bahsedeceğim bu akşam.
Dünyalar tatlısı, tonton mu tonton bir dede.
Yaşı 70lerde. Kendi de bilmiyor tam olarak küsüratını. "Yaş 70 olmuş kızım küsüratı mı kalmış" diyor gülümseyerek. Ama gözlerinden öyle belli ki bunları söylerken içinde duyduğu derin hüzün. "Hadi gel dede, seni 20 yaşına geri götüreyim" diye elimi uzatsam tutuverecek. Öyle bir özlem gördüm gözlerinde tontişin.
Uzun zaman olmuş eşini kaybedeli. Çocukları da uğramıyormuş artık. "Onlar beni aramaz sormazlar" diyor hem dertli hem kızgın hem üzgün. Bir oğlu bir kızı varmış. Neden aramıyor sormuyorlar acaba? Daha sormak istiyorum ama kestirip atıyor. Soramıyorum.
Şimdilerde dolanıp duruyormuş. Öyle diyor.
Arada camiiye gidiyor, bazen sahile inip bir kaç tur atıp eve dönüyor. Her gün her gün de çıkamazmış ki. Kalbi varmış, tansiyonu varmış ne meret ararsan varmış.
Sonra beni en derinden etkileyen kısma geliyoruz.
"E sıkılmıyor musun dede akşamları filan? Ne yapıyorsun?" diyorum. Öyle güzel öyle içten anlatıyor ki.
"Sıkılmam mı güzel kızım, sıkılıyorum tabii" diyor. Televizyon izliyormuş. Televizyonla ne kadar oyalanabilir ki insan?
"Her akşam telefonla konuşuyorum bir de" diyor.
"Telefon rehberimi açıyorum. Hangi harfte kaldıysam ordan devam ederek arıyorum numaraları." diyor.
Nasıl yani diye soruyorum kendi kendime. Ciddi mi? Şaka mı yapıyor? Dalga mı geçiyor? Ne oluyor anlamıyorum. "Nasıl yani?" diyorum.
"Basbayağı" diyor.
"Ben sizin gibi mesajdan müsajdan anlamam. Gözüm de görmez. Alırım ev telefonumu, tek tek çeviririm numaraları. O gece kime piyango vurursa onunla konuşurum." diyerek gülüyor. Yine hüzünlü bir gülüş.
Canım benim... Hani dedelerimizin, anneannelerimizin evinde hala durur ya o telefon rehberleri. Hala onlardan arar bulurlar numaraları. İşte o dedelerden bu dede de.
"Bir ses duymak istiyor insan. Biriyle konuşmak istiyor, derdini anlatmak istiyor." diyor.
Donuyorum. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Boğazıma düğümleniyor cümleler.
Öyle içten, öyle masum, öyle naif dile getiriyor ki yaşadığı yalnızlığı.
Hiçbirşey söyleyemiyorum. Öyle kalıyorum. Donuk bir gülümsemeyle karşılık veriyorum yalnızca.
Evlenmek istiyormuş yeniden. "İnşallah" diyorum.
Canım benim... İnşallah bir an önce evlenir. İnşallah muhtaç olduğu ses evini doldurur.
Dünyalar tatlısı, tonton mu tonton bir dede.
Yaşı 70lerde. Kendi de bilmiyor tam olarak küsüratını. "Yaş 70 olmuş kızım küsüratı mı kalmış" diyor gülümseyerek. Ama gözlerinden öyle belli ki bunları söylerken içinde duyduğu derin hüzün. "Hadi gel dede, seni 20 yaşına geri götüreyim" diye elimi uzatsam tutuverecek. Öyle bir özlem gördüm gözlerinde tontişin.
Uzun zaman olmuş eşini kaybedeli. Çocukları da uğramıyormuş artık. "Onlar beni aramaz sormazlar" diyor hem dertli hem kızgın hem üzgün. Bir oğlu bir kızı varmış. Neden aramıyor sormuyorlar acaba? Daha sormak istiyorum ama kestirip atıyor. Soramıyorum.
Şimdilerde dolanıp duruyormuş. Öyle diyor.
Arada camiiye gidiyor, bazen sahile inip bir kaç tur atıp eve dönüyor. Her gün her gün de çıkamazmış ki. Kalbi varmış, tansiyonu varmış ne meret ararsan varmış.
Sonra beni en derinden etkileyen kısma geliyoruz.
"E sıkılmıyor musun dede akşamları filan? Ne yapıyorsun?" diyorum. Öyle güzel öyle içten anlatıyor ki.
"Sıkılmam mı güzel kızım, sıkılıyorum tabii" diyor. Televizyon izliyormuş. Televizyonla ne kadar oyalanabilir ki insan?
"Her akşam telefonla konuşuyorum bir de" diyor.
"Telefon rehberimi açıyorum. Hangi harfte kaldıysam ordan devam ederek arıyorum numaraları." diyor.
Nasıl yani diye soruyorum kendi kendime. Ciddi mi? Şaka mı yapıyor? Dalga mı geçiyor? Ne oluyor anlamıyorum. "Nasıl yani?" diyorum.
"Basbayağı" diyor.
"Ben sizin gibi mesajdan müsajdan anlamam. Gözüm de görmez. Alırım ev telefonumu, tek tek çeviririm numaraları. O gece kime piyango vurursa onunla konuşurum." diyerek gülüyor. Yine hüzünlü bir gülüş.
Canım benim... Hani dedelerimizin, anneannelerimizin evinde hala durur ya o telefon rehberleri. Hala onlardan arar bulurlar numaraları. İşte o dedelerden bu dede de.
"Bir ses duymak istiyor insan. Biriyle konuşmak istiyor, derdini anlatmak istiyor." diyor.
Donuyorum. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Boğazıma düğümleniyor cümleler.
Öyle içten, öyle masum, öyle naif dile getiriyor ki yaşadığı yalnızlığı.
Hiçbirşey söyleyemiyorum. Öyle kalıyorum. Donuk bir gülümsemeyle karşılık veriyorum yalnızca.
Evlenmek istiyormuş yeniden. "İnşallah" diyorum.
Canım benim... İnşallah bir an önce evlenir. İnşallah muhtaç olduğu ses evini doldurur.
22 Kasım 2012 Perşembe
Bugün sizinle şuan okuduğum bir kitabı paylaşmak istiyorum.
Elif Şafak'ın 26 yaşında yazdığı ilk kitabı. Bu kitapla 1998'de Mevlana Büyük ödülünü almıştır.
Elif Şafak'ın politik görüşlerine katılmıyor olsam da, yazarlığına söyleyebilecek tek bir sözüm yok. Bir insanın 26 yaşında bu kadar birikime sahip olması, ayrıca bunları mükemmel bir şekilde özümseyerek bizlere aktarması olağanüstü bir şey.
Daha önce de Mahrem'i okumuştum. Ona da aynı şekilde hayran olmuştum. Böyle bir üslup, böyle betimlemeler, böyle bir bakış açısı gerçekten inanılmaz.
Elif Şafak'ın kitaplarını okumak size farklı bir vizyon katıyor. Kanıksadığınız herşeye bambaşka birinin gözüyle bakmaya başlıyor, bambaşka şeyler görüyorsunuz. Bu yüzden çok seviyorum kalemini.
İşte size kitaptan bir kaç alıntı,
"görünenle yetinirsen eğer sadece tırtılı bilirsin. çirkindir ya tırtıl, gönlünü çelmez. görünenin ötesine geçmek istersen eğer, aradan örtüyü kaldırıp da gönül gözü ile bakarsan, kelebeği bulursun karşında. güzeldir ya kelebek, gönlün ona akar. lakin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil tırtıla sevdalanırsın."
"isim dediğin, hz.adem’den bu yana, kendini taşıyanı kah usul usul yoğurur, kah efsunlu iplerle sıkı sıkı bağlardı.
isim dediğin, yüksekte uçanın belini bükecek, alçaktan geçenin başını doğrultacak; pervasıza perva, korkusuza korku katacak kadar kudretli idi."
" o gün, sabahtan akşama kadar babamı seyrettim. seyretmeyi işte o zaman öğrendim. insanları izlerken, daha evvel hiç görmediklerini görebilir, hiç hissetmediklerini hissedebilirsin pinhan.
insanları uzaktan seyrederken,onlara her zamankinden yakın olabilirsin.
eğer bakmayı bilirsen gözlerin sana oyun etmez, dosdoğru görürsün. içte saklı olanı, acıtanı,kanatanı görürsün.
o vakit anlarsın ki o dediğin sensin, seyrettiğin kendi bedenin ,kendi suretin; ağladığın kendi acıların."
"Korktu. Gidip de varamamaktan değil, varıp da dönüş yollarını kaybetmekten değil, dönüp de geride bıraktıklarını yerlerinde görememekten değil, bir kendini bulmaktan, bulduğundan korkmaktan korktu."
Umarım biraz fikir sahibi olmuşsunuzdur. İyi okumalar :)
Elif Şafak'ın 26 yaşında yazdığı ilk kitabı. Bu kitapla 1998'de Mevlana Büyük ödülünü almıştır.
Elif Şafak'ın politik görüşlerine katılmıyor olsam da, yazarlığına söyleyebilecek tek bir sözüm yok. Bir insanın 26 yaşında bu kadar birikime sahip olması, ayrıca bunları mükemmel bir şekilde özümseyerek bizlere aktarması olağanüstü bir şey.
Daha önce de Mahrem'i okumuştum. Ona da aynı şekilde hayran olmuştum. Böyle bir üslup, böyle betimlemeler, böyle bir bakış açısı gerçekten inanılmaz.
Elif Şafak'ın kitaplarını okumak size farklı bir vizyon katıyor. Kanıksadığınız herşeye bambaşka birinin gözüyle bakmaya başlıyor, bambaşka şeyler görüyorsunuz. Bu yüzden çok seviyorum kalemini.
İşte size kitaptan bir kaç alıntı,
"görünenle yetinirsen eğer sadece tırtılı bilirsin. çirkindir ya tırtıl, gönlünü çelmez. görünenin ötesine geçmek istersen eğer, aradan örtüyü kaldırıp da gönül gözü ile bakarsan, kelebeği bulursun karşında. güzeldir ya kelebek, gönlün ona akar. lakin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil tırtıla sevdalanırsın."
"isim dediğin, hz.adem’den bu yana, kendini taşıyanı kah usul usul yoğurur, kah efsunlu iplerle sıkı sıkı bağlardı.
isim dediğin, yüksekte uçanın belini bükecek, alçaktan geçenin başını doğrultacak; pervasıza perva, korkusuza korku katacak kadar kudretli idi."
" o gün, sabahtan akşama kadar babamı seyrettim. seyretmeyi işte o zaman öğrendim. insanları izlerken, daha evvel hiç görmediklerini görebilir, hiç hissetmediklerini hissedebilirsin pinhan.
insanları uzaktan seyrederken,onlara her zamankinden yakın olabilirsin.
eğer bakmayı bilirsen gözlerin sana oyun etmez, dosdoğru görürsün. içte saklı olanı, acıtanı,kanatanı görürsün.
o vakit anlarsın ki o dediğin sensin, seyrettiğin kendi bedenin ,kendi suretin; ağladığın kendi acıların."
"Korktu. Gidip de varamamaktan değil, varıp da dönüş yollarını kaybetmekten değil, dönüp de geride bıraktıklarını yerlerinde görememekten değil, bir kendini bulmaktan, bulduğundan korkmaktan korktu."
Umarım biraz fikir sahibi olmuşsunuzdur. İyi okumalar :)
Etiketler:
elif şafak,
içsel yolculuk,
kitap,
mahrem,
pinhan
21 Kasım 2012 Çarşamba
Yaşamda hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır.
Olumsuz deneyim diye birşey yoktur, yalnızca kendi bilgeliğini kazanma yolunda olgunlaşmak, öğrenmek ve ilerlemek için fırsatlar vardır.
Sıkıntılardan güç doğar.
Acı bile mükemmel bir öğretmen olabilir.
Robin Sharma
bu aralar çok sevdiğim bir şarkı.
david guetta'nın adının geçtiği tüm şarkılara hayranım zaten. umarım siz de beğenirsiniz...
david guetta'nın adının geçtiği tüm şarkılara hayranım zaten. umarım siz de beğenirsiniz...
20 Kasım 2012 Salı
Hayatıma yön veren en önemli insanlardan biri Osho'nun farkındalık seminerlerinden bir kısım...
"Herkes kendi varlığından ve davranışlarından sorumludur
Kesinlikle özgür olmayan bir dünyada, tamamen özgür yaşayabilirsin
Sadece tek bir şeyi hatırlaman gerekiyor; Gören Görülen Değildir.
İnsanoğlu sanki şimdiki zamanda yaşıyormuş gibi görünür, ama bu sadece bir görüntüdür. İnsanoğlu geçmişte yaşar. Şimdiki zamandan geçer, ama kökleri geçmişte kalır. Şimdiki zaman sıradan bilinç için gerçek zaman değildir. Sıradan bilinç için, geçmiş gerçek zaman olup, şimdiki zaman sadece geçmişten geleceğe bir geçiştir, sadece anlık bir geçiş. Geçmiş gerçektir ve gelecek de gerçektir, ama şimdiki zaman sıradan bilinç için gerçek değildir. Gelecek, eski geçmişten başka bir şey değildir. Gelecek sürekli olarak planlanan geçmişten başka bir şey değildir.
Şimdiki zaman sanki yokmuş gibi görünür. Şimdiki zamanı düşündüğünde, onu bulamazsın, çünkü bulduğun an geçmiş olacaktır. Bulamadığın andan bir an önce gelecekteydi. Bir Buda bilinci, uyanmış varlık için sadece şimdiki zaman vardır. Farkında olmayan, bir uyurgezer gibi uyuyan sıradan bilinçler için geçmiş ve gelecek gerçektir, şimdiki zaman gerçek değildir. Sadece uyandığın zaman şimdiki zaman gerçek olacaktır. Geçmiş de gelecek de gerçek olmayacaktır.
Bu neden böyledir? Neden geçişte yaşarsın? -Çünkü zihin, geçmişin birikiminden başka bir şey değildir. Zihin hafızadır: Geçmişte yaptığın herşey, düşlerinde gördüğün her şey, istediğin ve yapamadığın her şey, hayal ettiğin her şey senin zihnindir. Zihin, ölü bir kurumdur. Zihin aracılığıyla baktığında, şimdiki zamanı asla bulamayacaksın, çünkü şimdiki zaman hayattır ve hayata ölü bir aracı üzerinden yaklaşamazsın. Hayata ölü araçlarla asla yaklaşamazsın. Hayata, ölüm aracılığıyla dokunamazsın.
Zihin ölüdür. Zihin sadece aynada toplanan toz gibidir. Ne kadar çok toz toplanırsa, ayna o denli az aynaya benzer. Ve toz tabakası çok kalınsa, tıpkı sende olduğu gibi, ayna artık hiçbir şeyi yansıtmaz.
Herkes toz toplar. Hatta sadece toplamakla kalmaz, ona sıkıca tutunursun ve bir hazine olduğunu düşünürsün. Geçmiş geçmiştir; neden hala tutunuyorsun? Onun hakkında artık hiçbir şey yapamazsın. Geri gidemezsin, yaptıklarını geri alamazsın. Neden hala tutunuyorsun? Geçmiş bir hazine değildir. Ama geçmişe tutunup, onun bir hazine olduğunu düşünürsen, zihnin onu gelecekte tabii ki tekrar tekrar yaşamak ister. Geleceğin, değiştirilmiş geçmişinden başka bir şey olamaz- biraz rafine edilmiş, biraz daha süslenmiş. Ama tıpkı geçmiş gibi olacaktır, çünkü zihnin bilinmeyen hakkında düşünemez. Zihnin sadece bilineni yansıtabilir, senin bildiklerini.
Geçmiş nedir? Geçmişte neler yaptın? Her ne yaptıysan iyi, kötü, şunu, bunu – her ne yapıyorsan, kendi tekrarını yaratır. Karma kuramı budur. İki gün önce öfkelendiysen, öfkelenmek için belirli bir potansiyel yaratmış oldun: Dün tekrar öfkelenmek için. Sonra onu tekrarladın ve öfkene, öfkeli ruh haline, daha büyük bir enerji verdin, onu daha da köklendirdin, suladın. Şimdi bugün onu daha da büyük bir güçle, daha çok enerjiyle tekrarlayacaksın. Ve yarın yine bugünün bir kurbanı olacaksın."
Merhaba,
Şuan 23 yaşındayım. Üniversiteyi bitirdim, geçici olduğunu düşünsem de bir işim var.
Bu yaşa gelene kadar ben de herkes gibi farklı farklı yollardan geçtim, farklı tecrübeler edindim, farklı insanlar tanıdım. Bir çok yanlış, bir çok doğru yaptım.
Eskiden öyle depresif, öyle agresif, öyle pesimist bir insandım ki. Herşeyden şikayet eder asla mutlu olamayacağımı düşünürdüm.
Ailemle mutlu değildim, ilişkimde mutlu değildim, okulda derslerim iyi olmasına rağmen mutlu değildim. Hep içimde bir doyumsuzluk vardı. Hep bir eksiklik hissediyordum.
Obez gibiydim mesela. Hani onlar da yer yer doymaz, doyduklarını anlamaz yemeye devam ederler ya, benim de ruhum aynen öyle obez olmuştu.
Bunda ergenliğin de etkisi vardı tabii ama böyle davranmaya başlayınca bu davranışlarınız, yaşam biçiminiz haline dönüşüyor. Alışkanlık halini alıyor.
Hayatımda 2 sene önce bir milat yaşadım. 21 yaşıma kadar ailemin evinden hiç ayrılmamış ben, 1 seneliğine yurtdışına yaşamaya gittim. Tek başıma.
Orası benim miladımdı. Dönüm noktamdı. Öyle çok şey öğrendim, öyle çok şeyin farkına vardım ki orada.
En önemlisi Kendimle Tanıştım.
Kendimi ne kadar yanlış anladığımı, özümü ne kadar üzdüğümü farkettim. Kendimle Barıştım.
Sanırım tek başımıza kalıp içimize dönmemiz gerekiyor kendimizi tam anlamıyla anlayabilmemiz için.
Bu içsel yolculuğumun her anında yanımda olan ve kendi içsel yolculuğuna çıkan bir dost, bir kardeş tanıdım orada. Hala hayatımda. Benim aynam o.
Kendinizi tanımak için illa başka bir ülkeye taşınmanıza gerek yok. Biraz iç sesinizi dinlerseniz, biraz yaşadığınızın farkına varırsanız herşey çok kolay.
Kendimle tanışmama yardımcı olan herşeyi blogumda da paylaşacağım.
Sevgiler :)
Şuan 23 yaşındayım. Üniversiteyi bitirdim, geçici olduğunu düşünsem de bir işim var.
Bu yaşa gelene kadar ben de herkes gibi farklı farklı yollardan geçtim, farklı tecrübeler edindim, farklı insanlar tanıdım. Bir çok yanlış, bir çok doğru yaptım.
Eskiden öyle depresif, öyle agresif, öyle pesimist bir insandım ki. Herşeyden şikayet eder asla mutlu olamayacağımı düşünürdüm.
Ailemle mutlu değildim, ilişkimde mutlu değildim, okulda derslerim iyi olmasına rağmen mutlu değildim. Hep içimde bir doyumsuzluk vardı. Hep bir eksiklik hissediyordum.
Obez gibiydim mesela. Hani onlar da yer yer doymaz, doyduklarını anlamaz yemeye devam ederler ya, benim de ruhum aynen öyle obez olmuştu.
Bunda ergenliğin de etkisi vardı tabii ama böyle davranmaya başlayınca bu davranışlarınız, yaşam biçiminiz haline dönüşüyor. Alışkanlık halini alıyor.
Hayatımda 2 sene önce bir milat yaşadım. 21 yaşıma kadar ailemin evinden hiç ayrılmamış ben, 1 seneliğine yurtdışına yaşamaya gittim. Tek başıma.
Orası benim miladımdı. Dönüm noktamdı. Öyle çok şey öğrendim, öyle çok şeyin farkına vardım ki orada.
En önemlisi Kendimle Tanıştım.
Kendimi ne kadar yanlış anladığımı, özümü ne kadar üzdüğümü farkettim. Kendimle Barıştım.
Sanırım tek başımıza kalıp içimize dönmemiz gerekiyor kendimizi tam anlamıyla anlayabilmemiz için.
Bu içsel yolculuğumun her anında yanımda olan ve kendi içsel yolculuğuna çıkan bir dost, bir kardeş tanıdım orada. Hala hayatımda. Benim aynam o.
Kendinizi tanımak için illa başka bir ülkeye taşınmanıza gerek yok. Biraz iç sesinizi dinlerseniz, biraz yaşadığınızın farkına varırsanız herşey çok kolay.
Kendimle tanışmama yardımcı olan herşeyi blogumda da paylaşacağım.
Sevgiler :)
19 Kasım 2012 Pazartesi
Eveeet... blogumu müzikle açmaya karar verdim.
Yasemin Mori’nin Türk müziğine farklı bir yön verdiğini, yeni bir soluk getirdiğini düşünenlerdenim.
İlk albümü “Hayvanlar” şahane. Her dinlediğimde ayrı bir şey bulurum kendimden. 4 yıldır da bıkmadan sıkılmadan dinlerim.
Yeni albümünü de heyecanla bekledim.
Sonra “Dünya” single’ı ile yeni albümünden bi göz kırptı bize. Dinledim. Çok sevdim.
Biraz daha sakin, biraz daha dingin bir albüm geliyor derken “Deli Bando” öyle bir geldi ki, tamamen ezber bozdu.
Ne desem, ne yorum yapsam bilemedim. Albüm biraz karışık mı olmuş, yoksa Yasemin Mori müziğine farklı bir boyut mu kazandırmayı planlamış bilemiyorum.
Yine de sevdim.
Siz de dinleyin derim.
En çok beğendiğim parçalar: Venüste Uyandım-Muşta-Geronimo
Etiketler:
deli bando,
dünya,
geronimo,
hayvanlar,
muşta,
venüste uyandım,
yasemin mori
Selam!
Kim olduğumun bir önemi yok.
Benlik egodur. Ego zarardır.
Yazmayı, okumayı, gezmeyi, yemekleri, müziği, farklı olan şeyleri... kısaca yaşamayı seviyorum. Burada tecrübe ettiğim herşey hakkında yazmayı planlıyorum.
Genelde planlarımı uygulayamam, en azından deneyeceğim. İşte ben aslında böyleyim.
Dünyama hoşgeldiniz :)
Kim olduğumun bir önemi yok.
Benlik egodur. Ego zarardır.
Yazmayı, okumayı, gezmeyi, yemekleri, müziği, farklı olan şeyleri... kısaca yaşamayı seviyorum. Burada tecrübe ettiğim herşey hakkında yazmayı planlıyorum.
Genelde planlarımı uygulayamam, en azından deneyeceğim. İşte ben aslında böyleyim.
Dünyama hoşgeldiniz :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)